


Burcu Polatdemir
NLP Uzmanı & Çocuk Kaygı Terapisti
Mutluluk, sadece soyut imgeler barındıran bir kelime mi, yoksa öylesine içi boşaltılmış, adı eskitilmiş, fazlasıyla kullanılmış, elden ele geçmiş antikacıda alıcısını arayan bir eşya gibi muamele mi görmekte? Mutluluk, kimine kendi sahibi olmadan ses vermeyen bir enstrümanı hatırlatır, kimine de kendi ayakları üzerinde duran sapasağlam bir zafer heykelini… Ne kadar insan, o kadar farklı anlayış, o kadar farklı cevap gelir akla hiç şüphesiz… Benim anladığım diğerinden farklıyken, her birimizin zihninde ‘mutluluk’ yazınca aynı sonuca ulaşılamadığına şaşırmak mı gerek?
Bir kelime oyunu gibi de olabilir, ele güne karşı sergilenen, izleyicisine gösterilen piyes tadında da çıkar karşımıza mutluluk… Neden olmasın? Kimine göre maddi çıkar bekleyen hayallerin kaynağı olur, kimine göre de maneviyatı yüksek ulvi konularla meşgul eder insanı… Olur ya, bir bakmışsın oldukça hayali görünür her bakanın gözüne… Avcılıkla uğraşan atalarımızın yiyecek bulduğundaki duygu durumu, gel zaman git zaman ortak sosyalleşme sonrası farklı zihin durumlarına da yakıştırıldı mutluluk.
Kimisi onu içimizde aramamız gerektiğini kimisi de uzak diyarlarda, ıssız doğada aramamız gerektiğinden dem vurdu. Sonra ne mi oldu mutluluğa? Hala tam olarak kendisini anlatan, hoş beş eden, tanıdığını belirten kimseye göstermedi kendini… Söylenene göre zaten hiçbir yerde aramamak gerektiğiydi onun sırrı. Arkasından koşanı, arayanı pek ziyaret etmediği de söylendi gizliden gizliye… Belki de öyleydi kim bilirdi ki işin iç yüzünü… Mutluluğun kendisi mi?
‘Nerede aramak gerekir mutluluğu?’ sorusunu duyanınız olmuşsa ‘Neden aramak zorundayız?’ diyen biriyle karşılaşanınız da oldu mu merak ediyorum. Peki, arayıp bulunca dünyanın sonuna kadar saklanacak hazine muamelesi göstermek neden? Hem oldu da bulursak ille de güzel izler bırakıp, eski dost hasbihâliyle karşılaşacağınızın garantisi var mı? Koskoca ömür bu… Ya alışkanlık eder de onsuz hayattan keyif almama gayretine düşersen… Ya bulunca ‘Ne tür bir illetmiş karşılaşmasaydım ne güzeldi yuvarlanıp gidiyorken’ dersen? Ya dersen? Altı boş, içinde ne var ne yok bilmeden koşarız ona doğru hayat boyu, uçuşan uçurtma misali yanlışını doğrusunu bilmeden…
Bazen usanıp soluklanmak, gözümüzdeki perdeyi kaldırır da fark ederiz… Bazen de yetmez deyip, daha fazlasını aramanın aç gözlülüğüyle elimizdeki gülleri feda ederiz. Her defasında bir bahanesi olur insanın. “Böyle olmasa daha mutlu olur muydum, farklı davransaydım sonuç farklı olur muydu, oraya gitmeseydim bunlar başıma gelir miydi, şunu yapmasaydım kim bilir neler olurdu?”
Kim bilir neler? Belki de koskoca hiçbir şeydir gelen… Ve ‘Böyle olması gerektiği içindir’ görmen gereken… Sahiden şimdi bunu görmeyi başarabilir misin?